23 Ocak 2008

İkinci Ligin Toprak Sahaları

Birinci ligdeki şirketlerin 40’lı yaşlara gelmiş çalışanlarının içinde hep bir hareketlilik vardır.
Bu kişiler bir yandan kariyerlerinde geldikleri noktayı sorgularlar, diğer yanda da şirketlerinde gördükleri değeri.
Bazıları için işler istendikleri gibi gitmemektedir.
Zaman değişmiştir. Artık yeni gözdeler vardır. Kahramanlarımız gözden düşmüş, tıpkı 30’lu yaşlara gelmiş sporculara davranıldığı gibi ‘yaşlanmış’ muamelesi görmeyi içlerine sindirememektedirler.
Yaptıkları işler onları eskisi kadar heyecanlandırmamakta, yıl sonu değerlendirmelerinde bekledikleri liyakatı göremediklerini düşünmektedirler.
Bu keyifsiz hava ikinci ligdeki şirketlerin gözünden kaçmaz. Ve aracılar devreye girer.
İkinci lig şirketleri, birinci ligden yöneticiler transfer ederek kümede kalma şanslarını artırmaya çalışırlar. Hatta şansları yaver giderse birinci lige çıkmaya bile niyetlenebilirler.
Üretim sektöründe ikinci lig yan sanayiler, satış sektöründe ise ana bayiler/distribütörler’dir.
Birinci ligden, ikinci lige gelen yöneticilerin adaptasyonları umulanın ötesinde zor geçer.
Bunun başlıca nedeni, ikinci ligdeki şirketlerin imkanlarının birinci lige pek benzemesidir. Birinci ligde oyun oynanan saha çim, tesisler mükellefken; ikinci ligde toprak sahada antreman yapılır.
Kaynaklar kısıtlıdır. Problemler kroniktir. Patronlar işin içindedir. Gelen yöneticiden herkes mucize bekler. Maçı tek başına kazanması, hem gol atması hem de kalesinden gol çıkarması arzu edilir.
Eski şirketinde belirli bir konuda uzmanlaşmış ve o büyük makinanın dişlilerinden biri olarak çalışırken, birden yeni şirketinde herkes ondan “süperman” olmasını ister.
Zaman geçmeye başlar.
Kahramanımızın geçmişinde neler başardığının bir anlamı yoktur. Her yeni gün ondan yüksek performans beklenir.
Ancak her zaman işler beklendiği gibi gitmez. Kahramanımızın alışkın olduğu yöntemler yeni şirketinde işlememektedir. İkinci ligde oynanan oyun daha farklıdır. Oyuncular daha sert, hakemler daha vurdum duymazdır.
Hele bir de “eski şirketimde böyle yapardık” cümleleri ağızdan dökülmeye başladığında işler iyice sarpa sarar.
Durumu çok yakından izleyen patronlar, hemen olaya el koyarlar. İşin şaka götürür tarafı yoktur. İkinci ligden düşmek demek yok olmak demektir.
Bu noktada iki seçenek vardır. Ya transfer edilen yöneticiye teşekkür edilir ya da daha pasif bir göreve alınır -temsil gibi, ana firma ile ilişkiler gibi diplomatik makamlara çekilir-.
İkinci seçenek pek zevkli değildir, zaten pek de uzun sürmez.
Kısacası her iki seçeneğin de sonu kötü biter.
İyi son için ne yapmalı?
Öncelikle birinci ligdeki şirketler, 40’lı yaşlara gelmiş çalışanlarına sahip çıkmalılar. Onların deneyimleriyle gençlerin enerjisini birleştirebilmeliler. Bu çalışanlarına yeni kariyer olanakları sunamıyorlarsa bunun yerine deneyimlerini sergileyebilecekleri, üretkenliklerini devam ettirebilecekleri ek sorumlulukları yaratabilmeliler.
İkinci lig şirketlerine gelince; onlar kendilerini birinci lige çıkaracak yöneticileri mümkün olduğunca kendi içlerinden çıkarmaya çalışmalılar. Eksik kalan yerlerini ise ikinci ligde oynamaya alışmış deneyimli yöneticilerle tamamlamalılar.
İkinci lige giden yöneticiler ise daha ilk günden nereye geldiklerinin farkında olarak, profesyonel yaklaşımlarıyla yeni şirketinde rol model olmalılar. Geldiği yer ile karşılaştırmalar yapmayı bir yana bırakarak iyi niyetle tüm görgü ve bilgilerini çevreleriyle paylaşmalılar. Kibir olarak algılanacak tavırlardan uzak durarak, basit ve pratik yöntemler ile sonuç odaklı olmayı asla akıllarından çıkarmamalılar.
Bu yazıda sık sık spor ile iş yaşamı arasında analoji kurdum, son cümlelerimde de bu analojiye sadık kalıp başarılı örnekleri listelemek isterim:
Gheorghe Hagi, Roberto Carlos, Toni Schumacher ve aklıma gelmeyen diğer iz bırakan profesyoneller...

Hiç yorum yok: