10 Ocak 2008

Arkadaşım Zico

Öncelikle şunu belirtmek isterim. Bu yazı, bir futbol yazısı değildir.
Bu yazı, bir teknik direktörün futbolcuları ile ilişkisini ve yönetim tarzını gündeme getiren, iş yaşamında yöneticilik yapan kişilerin kendilerine bazı dersler çıkarabileceğini düşündüğüm bir yazıdır.
Futbolla ilgisi olmayanlar için biraz Zico’yu tanıtarak söze giriş yapalım.
Zico, 1980’li yıllarda Brezilya’nın efsane kadrosunda yer alan “Beyaz Pele” lakabıyla anılan bir futbol yıldızıdır.
Başarılı oyunculuk kariyerinden sonra Japonya Milli takımını çalıştırmış ve bu takımın Asya Uluslar Kupasını kazanmasını sağlamıştır.
Yaklaşık bir buçuk senedir ülkemizde Fenerbahçe takımını çalıştırmakta olup ilk yıl takımını süper lig şampiyonu yapmış olmanın yanında bu yıl da bu kulübün tarihinde yakaladığı en büyük Avrupa kupaları performansına imza atanların başında gelmektedir.
Bu kısa teknik özgeçmişten, sonra Zico’yu biraz da kişilik ve liderlik özellikleriyle yakından tanıyalım.
Kendisi güleryüzlü, samimi, kolay diyalog kuran bir kişiliğe sahiptir. Onca başarısına rağmen mütevazi kişiliği hem davranışlarına hem dış görümüne yansımıştır. Diğer bir değişle, Avrupa’nın havalı karizmatik hocalarına pek benzememektedir. Futbolcular ve idari kadroyla arasına mesafe koymadan ve aracı kullanmadan doğrudan iletişim kurmayı tercih etmektedir.
Eğlenceyi, gülmeyi antremanların bir parçası haline getirirken diğer yanda hem saha içinde hem de saha dışında takım içindeki disiplini asla elden bırakmamaktadır.
Zico geldiği günden bu yana koşmayan, çaba göstermeyen hiçbir futbolcuya takımda uzun süre görev vermezken, katı kurallar koyarak yaratıcığı yaratıcılığı öldürmemekte; aksine hatayı tolere eden ve hucüm alanında risk almayı teşvik eden yapısıyla futbolcularının önünü açmaya çalışmaktadır.
Zico takım kurgusunda çok fazla değişiklik yapmıyor gibi görünse de, yıllarca yedek beklemiş bazı futbolcular veya genç oyuncular bu dönemde oynama şansı bulmuşlar, başarılı oldukları takdirde oynamaya devam ederek her geçen gün özgüvenlerini üst seviyeye çıkarmayı başarmışlardır.
Takım içinde çok fazla bir futbolcu sirkülasyonu olmamaktadır. Ayrılan futbolcuların çoğu gelecek yıl böyle bir rekabet ortamında yer almayacağını düşünerek ya da başka kulüplerin çok cazip transfer ücretlerinin büyüsüne kapılarak başka kulüplere gitmişlerdir.
Diğer yandan Zico ülkesinde bir futbol düşünürü olarak görülmektedir. Bu yüzden, onunla çalışmak için birçok ünlü oyuncu -biraz yaşları geçmişte olsa- ülkemize gelmeyi tercih etmektedirler.
İlk geldiğinde stajyer, acemi damgası yemiş Zico bu aralar “ I love you” tezahuratları ile karşılanmaktadır. Ülkemiz spor medyası ve bazı taraftar grupları her ne kadar, İtalyan iskarpinli ve pempe gömlekli teknik direktörler ile Nazi dönemi gestopalarını aratmayan teknik direktörlere itibar görterse de, Zico futbolcularıyla “arkadaş olmayı ve ne pahasına olursa arkadaş kalmayı” geldiği ilk günden bu yana tavizsiz bir şekilde uygulamaktadır.
Dikkatli gözler Zico’yu, Zico gibi arkadaş yöneticileri farkeder. Arkadaş yöneticiler yıllarca ter döktüğü sahada, uzun süre vakit geçirdiği kamp ortamlarında, karamsarlık kokan yedek kulübesinde, bir “futbolcunun ne düşündüğünü ne hissettiğini” anlar. Bu yüzden de nerede ne yapması gerektiğini bilir.
Ekibine yakınlaşmayı güçlüksüzlük olarak gören yöneticiler ise, Zico’nun aksine hiyerarşi ve statüyü yönetim stillerinin merkezine yerleştirirler.
Çalışanlarına “makina muamelesi” yaparak katı disiplin kuralları uygularlar. Yönettiklerini zannederler.
Sıkı yönetim, kendi ‘liginde’ sonuç verir belki. ‘Edirnenin ötesine’ çıkıldığında ancak “şerefli beraberlikler” ile avunmak durumunda kalınır.

Hiç yorum yok: