2 Eylül 2007

Birinci Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı

Herşey daha kolaydır, birinci olmadan önce. Takip ettiğin, ulaşmak istediğin bir birinci vardır önünde.
Birinci olunca bir de geniş bir ufukla karşılaşırsın, acaba nereye gitsem şaşkınlğı ile. Yol gözünde büyümeye başlar, hızını düşürmek istersin ancak ikincinin ayak sesleri hemen iki adım geride!
Evet, zordur birincinin işi. Farklı bir ruh durumu gerektirir. Nefeslenmek istersin, tüm yolculuğun yorgunluğunu hissettiğinde.
Konumunu korumak için kafan karışır. Savunma mı iyi, yoksa hücum mu? Sonuçta kaybedeceğin şey büyüktür! Ne de olsa birincisin artık!
Bir yandan kibir duyguları kıpırdanır içinde. Geçmiş hatırlanır, zihninde galibiyetler bir film şeridi gibi akıp geçer. Sanki dünya senindir. Sen gitmiş, Büyük İskender gelmiştir...
Çevrendekiler senden bahseder olmuştur. Yaptıkların dillerden dillere dolaşır. Methiyeler düzülür arkandan. Başta gülüp geçersin ama sonra inanırsın söylenenlere. Artık “övgülerin bağımlısı” olmuşsundur. Hatta daha da abartırsın seçiciliğini. Övgüleri bile seçersin. Beğendiğin, beğenmediğin övgüler...
Eleştiri mi dedin? O da ne demek? Bu dönemde bu kavram yanından dahi geçemez! Sen değil misin büyük dağları yaratan?
Artık sonun başlangıcı gelmiştir.
Akış biter, bir tutukluk başlar. Sinirler gerilir, tartışmalar patlar. Beklentiler artar. Bir mutsuzluktur girer içine. Neredeyse lanet okursun bu kadar uğraş verdiğin birinciliğe. Ne kadar da ağır gelir şu birincilik!
Aslında sormalıyız kendimize, nedir birincilik? Rakiple mi yarışmak yoksa kendinle mi?
Rakiple yarışmak daha kolaydır. Ne de olsa başarının tanımı bellidir. Diğerine göre kıyaslarsın kendini. Ancak zevksizdir, zaman zaman acımasız olmayı hatta çoğu kez bencil olmayı gerektirir. Kazanman için diğerinin kaybetmesi gerekir. Bu yüzden kazanmaktan çok “diğerinin kaybetmesi”ne odaklanırsın. Diğerinin başarısızlığı senin başarındır.
Bu başarı daha lokaldir. Genelde olup bitenin farkına bile varmazsın. Belki de varmak istemezsin. Kısacası daha bencildir, daha zevksizdir.
Kendinle yarışmak çok daha zordur.
Öncelikle nereye gideceğini bulman gerekir. Bunu bulduktan sonra işler bir anda daha kolaylaşır.
Kendinle yarışırken bir yetinmeme duygusu başlar. Zararlı, yıpratan bir yetinmeme değil, ilahi bir memnuniyetsizlik. Hep daha iyiye yönelten, yaratıcılığı, yenilikçiliği ön plana çıkaran. Daha fazla öğrenmeye ve büyümeye yönelik sürekli bir meydan okuma söz konusu olur.
Bu düşünme tarzında daima ulaşılması en zor olanı başarmak istersin. Bu diğerlerine zaman zaman arsızlık gibi gelir.
Daha gözlemleyici ve inceleyici olursun, kendini sürekli olarak eleştirirsin. Her zaman, yapılacak daha çok şey olduğunu, düzeltilmesi gereken yanlışlar ve faydalanılması gereken fırsatlar bulunduğunu düşünürsün. Bu, aslında katı bir özeleştiriden çok, daima öğrenilmesi gereken birşeyler bulunduğuna yönelik ulvi bir inanış tarzıdır. En küçük konularda dahi sürekli bir "daha iyiyi arayış" söz konusudur.
Gelişmeyi bir alışkanlık haline getirdiğinde başarısızlıklarının üzerine yoğunlaşırsın. Başarısızlığın sıradan bir şey olmadığına inanır hatta tam tersine, başarısızlığı asla bir daha geri gelmeyecek eşsiz bir fırsat olarak değerlendirirsin.
Ne için çaba gösterdiğini bildiğinde ve bu amaca yönelik uğraş verdiğinde, azami performans göstermenin yollarını bulmuş sayılırsın. Bu anda benliğin, ‘kendine aşırı güven belası’ndan kaçar. “Birinci olmanın dayanılmaz ağırlığı” ortadan kalkar, “sürekli gelişmenin hafifliği” başlar.

Hiç yorum yok: