Ne kadar hassas bir denge haline geldi, bu durum. Zamanımızın ne kadarını masada analiz ve planlamalara ayıracağız, ne kadarını da sahada iç/dış iş ortaklarımızla geçirerek onların nabzını tutup, ilişki geliştireceğiz.
Bazılarınız, “bu konuda nereden çıktı?” diyorsa hemen gereken bilgilendirmeyi yapalım ve konunun kritikliğini gözler önüne serelim.
Günümüzde artık herkesten işini başından sonuna kadar yönetmesi bekleniyor. Diğer bir deyişle mutfakta yemek pişirme sorumluluğu da pişirdiği yemeği müşterisine sunma görevi de kendisinde. Hal böyle olunca, kişi kendisine zamansal hedefler koymazsa dengeler şaşabiliyor ve böylece işler rahatlıkla sarpa sarabiliyor.
Diyelim ki, masada oturmayı abarttık sandalyemiz adeta vücudumuzun bir parçası haline geldi. Bir türlü sahaya çıkamıyoruz. İşimizi yalnızca rakamlarla ve başkalarının hazırladığı raporlarla idare etmeye çalışıyoruz.
Takdir edersiniz ki, böyle bir ortamda sahada olup biteni görmeden, dokunmadan gerçekleri anlamak ve doğru kararlar alıp aksiyona geçmek biraz şansa kalıyor. Sorun ve fırsatların boyutunu kestirmek, önemini ve yarattığı etkiyi farketmek neredeyse imkansız bir hal alıyor. Unutmayalım ki, birçok rakam herşey olup bittikten sonra ortaya çıkıyor. Ortalık toz duman olduktan sonra sorunların kök sebeplerine inmek inanılmaz güçleşiyor. Bir de kritik önlemleri almak için tren kaçmış oluyor. Günümüzde fırsatlar taze gıda gibi. Raf ömrü çok kısa. Tükettin tükettin, ertesi gün bayatlıyor. Başkaları fırsatları anında görüp, önünüzden çekip alabiliyor.
Gelelim, ikinci uç yaklaşıma.
Kendimizi sahaya atmışsız, o kapı senin bu kapı benim her yeri arşınlıyoruz. Günlük yangınların ortasına düşmüşüz. Elimizde hortum, bir o yana bir bu yana su tutuyoruz. Günler geçiyor yangınlar bitmiyor, aksine artıyor. İş içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Anlayacağınız, sistematik hiçbir yaklaşım getirmeden günü kurtarmaya çalışıyoruz. Neden böyle oluyor derseniz, çünkü masada oturup analiz yapmıyoruz ve bir plan hazırlayıp sorunları tek tek ele alıp çözmüyoruz.
Gördüğünüz gibi iki uç yaklaşımda kendi içinde birçok riskler barındıyor. Hüner, işimizin doğasına ve aynı zamanda dönemsel gereksinimlere göre bu iki nokta arasında doğru dengeyi bulmakta.
Satış işinde çalışıyorsak pazarlamaya göre zamanımızın önemli bir bölümünü sahada geçirmemiz çok normal. Ancak bu işi abartıp hiç masada oturmuyorsak, işte o zaman yandık. Dersini çalışmadan sahaya çıkmak, başı kesik tavuk misali ortalarda bilinçsizce dolaşmaya benziyor. Aynı şekilde pazarlama bölümünde çalışanlarda zamanının önemli bölümünü masada –buraya sırça köşk diyenler reveçta- oturarak geçiriyorsa, müşterilerini anlamak, ürünlerinin performansını takip etmek, satış kanallarının gereksinimlerini öğrenmek onlar için hayal oluyor.
Masa-Saha kavramı yalnızca bu iki departmanla sınırlı değil. İnsan kaynakları bölümü de masasından kalkıp çalışanların arasına katılmalı, muhasebe , bilgi teknolojileri , üretim, kalite, satınalma bölümleri de. Unutmadan bu gruba üst yönetimini de hemen dahil edelim.
Gerçekleri yerinde yaşamadan empatinin, empatinin olmadığı yerde işbilirliğinin, işbirliğinin bulunmadığı yerde de verimlilik ve sinerjiden bahsetmenin bir hayal olduğunu akıllardan çıkarmayalım.
Lafı daha fazla uzatmadan hemen konuyu toparlayalım.
Öz cümle, iş yaşamındaki her profesyonel zamanını iyi yönetmeli. Bunu yaparken de ne kadar masada ne kadar sahada zaman geçirmesi gerektiğinin kararını doğru verebilmeli. Gereken dönemlerde -ki bu dönemler kendini belli eder- önceliklerini ayarlayabilmeli ve gerekli tarafa ağırlık vermeli.
Böylelikle doğru işi, doğru bir şekilde yaşama geçirebilmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder