Dünya düzeni bozuluyor. Devletler ve devletler arası örgütler bu düzeni yerli yerine koymada kifayetsiz kalıyor. Devreye sivil toplum örgütleri ve şirketler girmeye başlıyor. Amaç belli. Sosyal sorumluluk projeleri ile Dünya’yı daha yaşanır bir hale getirmek ve böylelikle bu alanda da ön plana çıkarak, itibar kazanmak.
Gelin görün ki tüm bu çabalara rağmen dünyanın ve memleketin hali ortada. Çocuklara sağlanan olanaklar, kadınların toplum içindeki yeri, doğal yaşamda yaşanan olumsuzluklar, küresel ısınma derken dünyamız her geçen gün yaşanamaz bir hal alıyor. Kiminle konuşsak herkes gelecek için umutsuz.
Birçok ulusal ve uluslararası şirket konunun önemini farketmiş durumdalar. Hatta o kadar farkındalar ki, kutsal (!) mesai saatleri içinde dahi çalışanlarının sosyal sorumluluk etkinliklerine katılmalarını teşvik ediyorlar.
Tüm bu ihtiyacın yanında sosyal sorumluluk çalışmalarınında gönüllü ve istekli olması beklenen kesim –yani çalışanlar- ekmek parası derdinde. Yoğun tempo, stres derken kimsenin sosyal sorumluluk projelerini düşünecek ne enerjisi ne de sosyal duyarlılık bilinci kalıyor.
Diğer yandan her alanda olduğu gibi bu alanda da genel eğilime aykırı bireysel kahramanlar başarı hikayeleri yazmaktan geri kalmıyorlar.
Bu yazımda sizlere adını dahi bilmediğim bir sosyal sorumluluk kahramanını tanıtmak istiyorum.
Ailecek yaz aylarında haftasonu kahvaltılarımızı genellikle balkonumuzda yaparız. Benim balkonda oturduğum yer, çıkmaz bir sokağa bakar. Ağaçlarla çevrili bu sevimli sokakta sabah dokuz dediniz mi bir hareketlenme gözüme çarpar. Mahallenin kedileri sanki aynı anda haber almışcasına sokağın başında ip gibi dizilirler ve tek bir yöne büyük bir dikkatle bakarak bekleşirler.
Saat ona doğru sokağın başında ince uzun boylu bir adam ağır adımlarla yürüyerek belirir. Eli beyaz torbalarla doludur. Adamı gören kediler bir anda yalanmaya başlar ancak hiçbiri düzeni bozmaz. Televizyon ekranlarında şahit olduğumuz yemek dağıtma sahnelerinden hiçbiri yaşanmaz bu kedi milleti arasında. O sahnelerin insanlara has olduğunu anlar üzülürsünüz, o familyanın bir mensubu olarak...
Neyse biz tekrar hikayemize dönelim.
Kahramanımız elindeki torbalardan birkaçını sokağın köşesindeki duvarın dibine bırakır, kedilerin ilk lokmalarını yuttuklarını gördükten sonra bir sonraki yemek durağına yollanır. Bu ritüel hemen her gün sabah ve akşam olmak üzere iki kez tekrarlanır. Yeşillikleri bol olan mahallemizin kedileri de oldukça bol miktardadır. Hepsi de maşşallah oldukça gürbüz ve semirmiş durumdadır.
Bu noktaya gelinmesinde kedileri besleyen adamın büyük bir rolü olduğu gibi onun sponsorlarını büyük etkisi vardır. Mahallenin kasabı ve bakkalı hergün artık et ve benzeri malzemelerini bizim kahramanımıza ayırırlar. Memur olduğunu zannetiğim bu adamın zaten kendi bütçesiyle bu kadar yiyeceği temin etmesi düşülemez.
Hikayemizde kahramanımız yalnızca dağıtım işine gönüllü olmuştur. Diğer kişiler ise bu kişinin liderliğinde kendi günlük işlerinin doğal bir uzantısı olarak destek olurlar ona.Bilimsel tabiriyle iş modeli, kendi kaynağını üretir.
İyisi mi daha fazla iş tabiri kullanarak bu sevimli hikayeyi tatsızlaştırmayayım ve cümlelerimi toparlayayım. Ancak unutmadan, bu küçücük hikayenin içinde hepimiz için bir hisse yattığının altını çizeyim.
Birçoğumuz hayat gailesi bahanesine yaslanarak yalnızca kendimiz ve ailemiz için birşeyler üretiyoruz ve tüketiyoruz. Bu gayretimizden nasiplenen kişilerin sayısı çoğu kez bir elin parmaklarını geçmiyor. Aslına bakarsak çevremizde desteğe muhtaç o kadar çok insan, hayvan, bitki daha doğru bir ifadeyle doğal dünya unsuru var ki.
Halbuki paylaşım çemberimizi biraz genişletebilsek hem bu kadar çalışmamız sonucunda elde edeceğimiz doyum artacak hem de dünyamız daha yaşınır bir yer olacak.
Emin olun paylaştıkça üretiklerimiz daha da artacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder