15 Eylül 2008

Esnaflık Öldü Mü?

İsterseniz bu sorunun yanıtını bir esnaf torunu olarak ben vermeyeyim. Sizler bu yazıyı okuduktan sonra kendi kararınızı kendiniz verin.
Önce biraz nostalji yapalım ve 30 yıl öncesine yani benim çocukluk dönemime gidelim.
O yıllar başta esnaflar olmak üzere kendi işini yapanların yani “serbest meslek erbaplarının” çoğunlukta olduğu yıllardı. Çiftçiler, tüccarlar, esnaf ve sanatkarlar...
Bu kesimler o yıllarda memurlardan farklı olarak “sabah ezanı” denilen bir zaman diliminde güne merhaba derdi. İnancı kuvvetli olanlar yataktan kalkar kalmaz ilk iş olarak camiye giderler, hanımları ise eşlerini işe uğurlamadan önce mükellef kahvaltı sofraları hazırlardı.
Bakkallar için durum biraz farklıydı. Onlar bırakın evde kahvaltı yapmayı, ailesi ile birlikte herhangi bir öyünde aynı masada oturdukları dahi vaki değildi. Çünkü bakkallar herkesten önce dükkanlarını açarlar ve herkesten sonra dükkanlarını kapartırlardı.
Kahvaltılar kuvvetli bir şekilde yapıldıktan sonra herkes doğruca dükkanının yolunu tutardı. Yükselen gıçırtı sesleri arasında kepenkler açılır, sabahın bu ilk saatinde topyekün temizliğe girişilirdi. Temizlik yalnızca dükkanın içiyle sınırlı kalmaz, sokaklar dükkanın ayrılmaz bir parçası olarak görülürdü. Dükkanda çalışan herkes –patron, kalfa ve çıraklar – mevki ayırt etmeksizin topyekün temizlik işine soyunur, kimse bu işten kaytarmazdı.
Temizlik bittikten sonra sıra raf ve tezgah düzenine gelirdi. Eksik mallar yerine konur, dükkanın her noktasında tertip-düzen hakim kılınırdı. Bu koşuşturma sırasında komşu dükkanlarla iletişim hiç kopmaz sevimli atışmalar, karşılıklı iyi niyet dilekleri ve dolayısıyla neşe gırla giderdi.
Ardından günün en önemli anına sıra gelirdi. Bu an ilk müşterinin dükkana girmesi ve mümkünse ilk alışverişi yapmasıydı. Gerçekleşecek bu ilk satış ile birlikte “siftah” yapılacak ve hayırlısı ile satışın arkası gelecekti. Bu çok önemli bir olaydı. Siftah ne kadar çabuk ve bereketli olursa o günün o kadar iyi geçeceği düşünülürdü.
Esnaf dükkanında iş bölümü de çok belirgindi. Dükkan sahibi kasada oturur, kalfa ve çıraklar müşteriyi karşılar, ihtiyacını öğrenirdi. Patron her ne kadar müşteri ile ilgilenmiyormuş gibi dursa da bir gözü ve kulağı ile sürekli olay mahallinin içindeydi. Çalışanların yetersiz kaldığı ya da bilmeden hata yaptığı anlarda derhal olaya el koyar, konuyu tatlıya bağlar ve işi bitirirdi.
Esnaf dükkanında müşteriye sunulan izzet ve ikramın sınırı yoktu. Velinimet olduğunu bilen ve bu duyguyu her an hisseden müşteri de konumunu suistimal etmez; kendisine verilen değerin karşılığını sadakati ile ödüllendirirdi.
Müşteriye yanlış yapan çalışan anında paylanırdı. Amaç hatanın tekrarlanmamasıydı. Ustanın vurduğu yerde gül bitmesi o dönemlerde işleyen en etkin koçluk mekanizmasıydı.
Çalışanların müşterilerle laubali davranışlar içine girmesine asla izin verilmezdi. Hele müşteriler bayansa bu kural çok daha hassas işletilirdi. Ciddiyet her an her koşulda beklenir, dükkanın namusu herşeyden önce gelirdi.
Akşama doğru günün hasılatı toplanırdı. Biriken hasılatın bir kısmı kasaya fazlası da bankaya yatırılırdı. Satıcılara borçlar, çalışanlara haftalıklar zamanında ödenirdi. Veresiye verilir ancak müşterilerin aşırı rahatlamasına kesinlikle müsade edilmezdi. Teraziler, altın tartar hassasiyetindeydi. Gramajlarda oluşan farklar hep cepten karşılanır, müşteriye hak geçmesine asla izin verilmezdi.
Gördüğünüz gibi 30 yıl öncesinde esnaflık böyleydi. Aradan o kadar zaman geçse de ve o zamanların esnafları tarihe karışsa da sizi bilmem ama ben, başta dedem olmak üzere birçoğunu hatırlıyorum ve özlüyorum.
Eskilere dayanan alışkanlık olsa gerek bugün alışveriş yaparken dahi eskiden gördüğümüz ve alıştığımız davranışları bekliyorum şimdinin esnafından. Üzülürek görüyorum ki size anlattığım o davranışlardan pek azı ile karşılaşıyorum ve müşteri olarak kendimi kötü hissediyorum.
Zaten her taraf Alış Veriş Merkeziyle dolmuş taşmış durumda. Artık birçok ihtiyacımızı buralardan karşılar olduk. Oralardaki dükkanlarda çalışanlar o kadar hızlı iş değiştiriyorlar ki bırakın onlarla bir bağ kurmayı çoğu kez yüzlerine bile bakmadan dükkanın içine giriyoruz ve çıkıyoruz.
Böyle bir ortamda müşteri memnuniyeti ve bağlılığından bahsetmek ne mümkün. Gerçi tüm firmalar bu konunun peşinde ancak sonuç alanların sayısı sınırlı.
Aslında çok uzağa gitmeye ve dünyayı yeniden keşfetmeye hiç gerek yok. Şöyle biraz geriye 30 yıl öncesine gitsek herşey orada gizli. Aslına bakarsanız o zamanlarda bugüne günlük yaşamın doğal parçası olan birçok şey artık mumla aranır oldu. Ve bu yüzden sık sık içimden gelen “insanlık öldü mü” isyanlarında olduğu gibi, birçok alışveriş deneyimimde de “esnaflık öldü mü” serzenişlerinden kendimi alamıyorum ve eski esnafları çok ama çok özlüyorum.

Hiç yorum yok: