9 Ekim 2007

Tezatlar Kolajı

Gelin bu yazıda birlikte yaşamımızın kolajını yapalım.
Gazeteliğimizden eski dergilerimizi alalım. Ardından bir makas, bir yapıştırıcı, bir de büyükçe kağıt.
Önce özel yaşamımızı resmetmeye başlayalım.
Kendimizin, eşimizin ve çoçuğumuzun resmini yapıştıralım. Nasıl? Gülüyor muyuz? Birbirimize güvenle dokunuyor muyuz? Yoksa, aramızda mesafeler mi var? Herkes ayrı dünyalarda mı? ‘Aile gibi’ miyiz yoksa ‘gerçek bir aile’ miyiz?
Ebeveyinlerimiz bu kolajda neredeler? Bizleri büyüten annemiz ve babamızdan bahsediyorum. Nasıllar? Onların değişen fizyolojileri, kırışan yüzlerini farkediyor muyuz? Titremeye başlayan ellerini, sizi özlemle bekleyen gözlerini...
Arkadaşlarımız şimdi ne yapıyor? En son ne zaman onlarla bir araya geldik? Hani, o lise yıllarında yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen Ahmet, Ayşe acaba şimdi ne yapıyorlar?
Nerede yaşıyoruz? Gündemdeki deyimiyle, mahallemizle ne kadar uyum içindeyiz? Varoşların içinde yapılmış, o lüks sitelerde mi yaşıyoruz? Yollarında çıplak ayaklı coçukların koştuğu, arabalarımızın önünü kesmeye çalışan o çoçukların arasında mı?
Yok, yok. Merak edilecek birşey yok. Herşey yolunda...
Biraz da iş yaşamına çevirelim, bakışlarımızı.
Sabah çalışma arkadaşlarımız işe nasıl geliyor? Kaçının yüzü gülüyor? Kaçı çoşkulu,kaçı o günü kaldırabilecek enerjiye sahip? Masaları dolaşıp, birbirlerinin gözünün içine bakarak, ‘günaydın’ diyen kaç kişi var? Yoksa herkes bütün gün bilgisayarının başına mıhlanmış bir şekilde mi oturuyor, yalnızca maillerle mi iletişim kuruyor?
Oysa, daha dün takım olma eğitimi almamış mıydık? Olsun, yarın yapılacak şirket pikniğinde takım olmayı başarırız.
Gün ilerliyor? Hiç ara vermiyoruz. Oğlumuzun müsameresi var. Umarız, bu mutlu gününde onu yalnız bırakmayız. Olsun, bizi anlarlar. Ne de olsa onlar için çalışıyoruz. Biz bu paraları kazanmasak, bu kadar mutlu(!) yaşabilirler mi?
Yemek yemeye dahi çıkmadan çalışmaya devam ediyoruz. Birazdan bir buçuk pide söyleriz. Şöyle yumurtalı tarafından. Sandalyemiz, vücudumuzun bir parçası haline geldi. Gittikçe büyüyen göbeğimizle kolaja sığmakta zorluk çekiyoruz. Olsun, fitness’a yazılırız. Bizi tekrar forma sokarlar.
Rahatlamadan geçen her dakika daha da stresle yüklendiğimizi ve çevreye öfke saçtığımızı resmedecek bir resim arıyoruz, dergilerde. Neyse ki o kadar çok resim var ki bu konuda. Kes, kesebildiğin kadar.
Diğer yanda telefonlarımız hiç susmuyor. Mailler sürekli geliyor. Konsantre olup iki dakika düşünerek bir iş yapmak neredeyse imkansız. Nerede kaldı, beynimiz? Yıllarca onu geliştirmek için uğraşmamış mıydık? Nerede kaldı, diğer kuvvetli yönlerimiz? Bu yönlerimizin ancak % 17’sini kullanabiliyormuşuz. Araştırmalar öyle söylüyor, o da eğer şanslı azınlığın içindeysek.
Olsun, bu kadarı da kadı kızında olur.
Sonra trafik vs. vs. vs. ...
Arada bir hayallere dalıyor, rahatlıyoruz. Ormanın içinde bir dağ kulübesi ya da egzotik bir kumsal...
Kolajda yer kalmıyor.
Bütün resme bakıyoruz. Çok farklı durumlar, farklı duygular, iç içe.
Zenginlik mi dediniz? Bence, zenginlik değil bir uyumsuzluk hakim resimde. Adeta tezatlar kolajı.
Herşey birbirinden kopuk ve uyumsuz. Bir tarz yok, bir süreklilik yok. Rüzgara bırakılmış, anlamdan ve zevkten uzak rastgele oluşmuş bir sonuç.
Mecburiyet mi? Çaresizlik mi? Asla.
Bence biraz özensizlik, biraz cesaretsizlik çokça da yaşadığının farkında olmamak.
Kolaj bize birşeyler yapmamızı söylüyor. Birşey yapmazsak, daha kopuk ve daha uyumsuz resimlerin sırada olduğu uyarılarını yapıyor...
Nereden başlamalıyım?
Uyumu arayarak, kendinize uygun olan şeyleri keşferek başlamaya ne dersiniz? Herkeste var bende de olsun demeyerek. Buna ihtiyacım var, bu bana iyi geliyor, diyerek...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok güzel bir özet olmuş.
Sanırım en çok da bizim kuşaktan (sonrakilerden değil) aynı duyguları hissedenler çıkacaktır,,, kafalarını kumdan kaldırabilenler tabii ki.

Ayhan Turkmen