Nefes almaya başladığımız ilk andan belki son ana kadar hiç bıkmadan usanmadan takip ettiğimiz bir konudur, hakkımızı aramak.
Gerçi bazı toplumsal araştırmalar bu konuda yetersiz olduğumuzu vurgulayıp bizi bazı sevimli küçükbaş hayvanlara benzetse de ben toplum olarak bu konuya çok duyarlı olduğumuz kanaatindeyim.
Farkındayız ya da değiliz, ‘hak’ kavramı tüm duygu, düşüncelerimizi o kadar etkiliyor ki, günlük konuşma dilimizde ‘hak’ sözcüğünden türeyen onlarca kavramla karşı karşıya kalıyoruz.
‘Adalet, kazanç, doğruluk, gerçek, harcanmış emek ve karşılığı ücret’ ve ‘hak etmek, hak kazanmak, hakkı geçmek, hakkını aramak, hakkını vermek, hakkını yemek, hakkı ödenmemek’ gibi birçok anlam taşıyor, bu kavram.
Genelde bu kadar anlama gelen hak kavramını, kendimiz için altın terazisinde acayip bir hassasiyette tartarken; hakkın karşılığında ne verdiğimizi yani ne hak ettiğimizi hesaplama da pek bir yetersiz kalabiliyoruz.
Geçmişte yaptıklarımız, elde ettiğimiz ünvanlar, soyumuz sopumuz bugün için yeterli olmayabiliyor. Hakkımızı almak istiyorsak, bugün performans göstermeliyiz. Değer yaratmalıyız, faydalı olmalıyız. Durumu idare etmemeliyiz.
Özbilincimiz ne kadar kuvvetli olursa olsun, somut ölçülebilir sonuçlarla ve çevremizden aldığımız geribildirimler doğrultusunda hak ettiğimizden emin olmalıyız.
Hakkını alabilmek için, hak ettiğini gösterebilmekte ayrı bir önem taşıyor. Ciddi bir PR çalışması gibi ele alınmasa da yarattığımız değeri somut gösterge ve kanıtlarla su götürmez bir gerçek olarak ortaya koyabilmeliyiz.
Hak ettiğini gösterdikten sonra sıra hakkını almaya geliyor. Bu aşamada mütevaziliği, enayilikle karıştırmamalı, hakkımıza olduğundan daha az değer biçmemeliyiz.
Hakkımızı yarattığımız faydadan pay alarak tahsil etmeliyiz. Bu tahsilat bazen para, bazen ek sorumluluk, bazen şan, bazen de basit bir teşekkür olabilir.
Tahsilat sonrası içimizde basit muhasebe başlar. Bilançoya bakarız. Denge var mı diye? Denge varsa, iç huzuru hesabı ile kapatır, yeni heyecanlar peşinde koşarız.
Bilanço açık verirse o hesap bir türlü kapanmaz, içimizde. İçimizi bir kurt gibi kemirir, aklımız orada kalır. Açık hesapların sayısı arttıkça çalışamaz, adım atamaz hale geliriz.
Bu hesap ağırlaştıkça ya altında kalır ezililir, kayıtsızlaşırız ya da gözü karartır, hesabı toptan keser, yolları ayırırız.
Hele borçlu bencilse, ilişkileri kesmek hakkını aramaktan daha iyi gelir insana.
Bu noktadan sonra, tutsaklık biter özgürlük başlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder